NOT:Amaçlarının farklı olduğundan dolayı konumun önceden açılan benzer konular ile birleştirilmesini istemiyorum.Benim amacım bir nebze olsun orada savaşanların hâllerini anlatabilmektir.Savaş hakkında bilgi vermek değil.

18 Mart Çanakkale Zaferi Yıldönümü ve
Şehitlerimizi Anma Günü
Çanakkale’de bundan 100 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu, Britanya, Kanada, Fransa ve Anzak (Avustralya ve Yeni Zelanda orduları) güçlerine karşı savaştı. Tarihin akışını değiştiren, ülkelerin kaderini belirleyen Çanakkale Savaşı, yıkık bir imparatorluktan çıkacak genç Cumhuriyet’in ilk izlerini taşıyordu.
Çanakkale Boğazı’nı hedef seçen İtilaf devletlerinin hedefi Rusya’ya güvenli bir hat açmak, İstanbul’u ele geçirerek savaşta Almanya’nın güçlü müttefiğini devre dışı bırakmaktı.
İtilaf Devletleri adına General Hamilton emrine verilen kuvvetler ve savaşçı mevcutları şöyleydi: Anzak Kolordusu 25.700, Britanya 29. Tümeni 17.000, Fransa 1. Tümeni 16.700, Britanya Kraliyet Deniz Tümeni 10.800, Anzak Tugayı 4.800. Harekât için 75 bin kişilik bir kuvvet oluşturuldu. Ordu içinde Kanadalılar da vardı. Osmanlı kanadında ise toplam savaşçı sayısı 84 bin’di. Bu askerlerden 76 bin’i savaşta şehit oldu.
1915 yılında,O dönem savaşa Türkiye’den 5 lisenin öğrenci gönderdiğini belirtilirken Sivas Lisesi ile birlikte İstanbul Galatasaray Lisesi, Erzurum Lisesi, Kastamonu Lisesi ve Konya Lisesi de o yıl mezun verememiştir.

Gönüllü Bombacı
Henüz 13 yaşında bir küçük delikanlı...Fotoğrafın üzerinde bir not: "Gönüllü Bombacı".Başka bir bilgi düşülmemiş...Duruşuyla,kararlılığıyla,gözlerinden okunan özgveniyle; "Gönüllü Bombacı"...Ne yapmıştı da ona bu sıfatı layık görmüşlerdi ?
Birkaç Türk askerinin savaş döneminde yazdığı mektupları sizinle paylaşmak istiyorum :
“Baba, Hasan şehit oldu. Üç gün önceki muharebede yiğitçe çarpıştıktan sonra şehit oldu. Düşerken yanında idim. Hakkınızı helal etmenizi rica etti. Bir kurşunla şakağından,iki kurşunla göğsünden yaralanmış,gülle de sağ elini götürmüştü. Kendi elimle gömdüm kardeşimi. Toprağa girerken çehresi gülümsüyordu. Onu, senin hediyen olan yatağanla(hançer) beraber defnettim. Kınını da taş yerine başucuna diktim. Ah babacığım, düşmana ne şiddetle saldırdık, bir görseydin. Düşman karabulut gibi geliyordu. Biz iki bölükten ibarettik. Yıldırım gibi bir hücum gösterdik. En önde, çarıkları çözülmüş,fesi düşmüş,baş açık ve yalınayak Hasan koşuyordu. Kuş gibi, rüzgar gibi, alev gibi koşuyordu. Elinizden öperim, duanıza muhtacım. Beni soranlara selam ediyorum..
Oğlunuz Onbaşı Hüseyin
Kadir Oğlu Mehmet Çavuş'un Hastaneden Cephedeki Komutanı'na yazdığı mektup (1915)

1'nci Kolordu, 1 nci Tümen, 7 nci Alay, 3 ncü Tabur, I nci Bölük Çavuşu, Çivril Kazasının Madenler Köyünden Kadir Oğlu Mehmet, Conkbayır ve Seddülbahir Muharebeleri'nde büyük kahramanlıklar göstererek düşman tarafından atılan bombaları patlamadan yine düşmana atmak suretiyle cesaret gösterdi. Mehmet Çavuş, yine böyle bir bombayı düşmana havale edeceği sırada her nasılsa birden bire infilâk eden bombadan sağ el bileğini kaybetti.
Hastanedeki yatak ızdırabından tabur komutanına gönderdiği mektup: “Muhterem Komutanım, Sağ kolumu kaybettim, zararı yok, sol kolum var. Onunla da pekâlâ iş görebilirim. Beni üzen şey; yaramın kapanmamasından dolayı kıta’ma katılamamam ve düşmanla çarpışamamak. Hastaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için, beni mazur görünüz, affediniz, muhterem komutanım”.
Çanakkale Muharebesi sonucunda Türkler için söylenen sözler:
5. Osmanlı Ordusu Kumandanı Mareşal Liman Von Sanders: Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türklerle omuz omuza savaşmaktır diyebilirim. Fakir insanlardı; çamur barınaklarında yatarlardı; fakat aslanlar gibi savaşırlardı. Ölüme onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha görmedim.
Birleşik Krallık Donanma Bakanı Churchill: Savaşı kaybetmemize neden olan Nusret’in Boğaz’a döşediği o 26 mayındır.
Müttefik Ordular Başkomutanı İngiliz Generali Hamilton: Kılıcı insafsız bir maharetle kullanan Türk eli, mağlup ettiği insanların yarasını sarmakta da ustadır.
İngiliz Mareşal Frenç: Türk askerleri korku bilmez, dünyada yenilgi adında bir kavram tanımaz. Türkler Asya’nın centilmenleridir.
BİR ANZAK ASKERİNİN ÇANAKKALE SAVAŞI SIRASINDA AİLESİNE YAZDIĞI MEKTUP: 10 AĞUSTOS 1915 GELİBOLU
"Sevgili ve bir zamanlar mutlu ailem.
Gelibolu cehenneminden hepinize merhaba! Bu mektubu size yazmak niyetinde değildim. Aslında ben artık kimseyle konuşmak kimsenin, kimsenin yüzünü görmek istediğimden de emin değilim. Hem siz benim buraya cehennem dediğime bakamayın burası hakikaten güzel bir yer.
Üzerleri toz toprakla örtülmeden önce zeytin ağaçlarının bolluğu, savaşa aldırmadan her yanda pıtır pıtır açan kırmızı gelinciklerin neşesi, akşamları yarımadayı kızıla boyayarak batan güneşin insanın içini acıtan güzelliği ve bir de Gelibolu bülbülleri.
Gelibolu’da hâlâ un ufak olmadan kalan küçük bir ruh parçam mevcutsa bunu bülbüller sağlamıştır. Eğer o sırada bir Türk öldürmüyor ya da Türkler tarafından öldürülmüyorsak, Gelibolu’nun muhteşem gurubunu seyrediyoruz. Ege Denizi’nin içine gömülen güneşin biraz önce Pasifik Okyanusu’ dan yükselerek Yeni Zelanda’ da ki ertesi günü aydınlattığını bilmek insanın canını acıtıyor. Fakat bu acı hissi çok kısa sürüyor, sonra yeniden katılaşıyorum. Artık saatlerce hiçbir şey hissetmiyor ve duymuyorum. Bu arada sadece bakıyor, saklanıyor, ateş ediyor, süngü takıyor, düşman öldürüyor, bit ayıklıyor, yemek diye verdikleri kuru bisküvi, kraker, kuru et parçalarını kemiriyor, zaman olursa yatıyor, çok ender olarak da uyuyorum.
Ben artık sadece bir Anzak askeriyim. Ne sevdiğim şarkılar, yemekler, kokular ne de sevdiğim insanlar... Ben artık bir sayıyım. Yaşayan bir sayı. Ölürsem o zaman da bir sayı olacağım. “Vatan uğruna kahramanca” ölmüş bir sayı.
Kahramanca ve vatan uğruna! Kahramanlık mı? Hadi yaa. Kahramanlık zorla olmaz. Vatana gelince... Burası Türklerin vatanı ve bu savaş bizim savaşımız değil. Bizler İngilizlerin de söyledikleri gibi sadece “hevesli oğlan çocukları”yız. Asıl kahraman olan Türkler. “Johnny Türk” dediğimiz Türkler vatanlarını savunmak için bize karşı çok ağır şartlar altında direniyorlar ve kahramanca ölen asıl onlar. Geçen hafta ölüleri gömmek için karşılıklı ateş kes ilan edildiğinde ilk defa Türkleri yakından ve canlıyken gördük. Türkler bize anlatılan canavarlara benzemiyordu.Onlar da gözlerinde endişe ve keder olan genç insanlardı.Onlarında arkalarında bekleyen üzüntülü aileleri, yaşlı anne-babaları, karıları belki de sevgileri vardı. Onlar da yaralanınca acı çekiyor, onlar da gencecik hayallerini bırakıp ölüyorlar. Türkler de insandı.
Bana sigara ikram eden iki Türk’e ben de konserve et verdim, ama kabul etmediler. Bu sığır etidir dediysem de inanmadılar. Aslında anlamadılar. O zaman ellerimle kafama boynuz yapıp öküz gibi böğürdüm. Güldüler. Ben de güldüm. Orada savaş meydanında etrafımız askerlerin cesetleriyle doluydu, biz düşmandık ve birbirimize gülüyorduk. Bana sigara ikram eden Türklerden bir “sen no İngiliz” diye şaşırarak sordu. “Ben İngiliz değilim” dedim. Sonra elini uzattı “ben TÜRK” dedi. Bana uzatılan eli tuttum. Orada, Gelibolu’nun en kanlı savaşlarının yapıldığı o tepede, el sıkıştık. Ben artık bu adamla nasıl düşman olabilirdim? Ben bu adamla neden düşman olmuştum ki? Düşmanım o anda artık arkadaş Türk olmuştu. Ben bu savaşta ölmeyi reddediyorum. Bu benim savaşım değil. Fakat yaşamak için de hiç isteğim kalmadı. Tanrım günahlarımı affet. Hepinizi çok seviyorum. Ebediyen sizin oğlunuz. "
Alistair John TAYLOR GELİBOLU 1915
Çanakkale'de vatanları,dinleri,namusları için savaşan şanlı askerlerimizin yemek listesi:
15 Haziran 1915 ;Sabah:Üzüm hoşafı Öğle: - Akşam:Üzüm hoşafı+Tam ekmek
26 Haziran 1915 ; Sabah:- Öğle:- Akşam:Yağlı buğday çorbası+Tam ekmek
18 Temmuz 1915 ; Sabah:Üzüm hoşafı Öğle:- Akşam:- +Yarım ekmek
21 Temmuz 1915 ; Sabah: Yarım ekmek Öğle:- Akşam: Şekersiz üzüm hoşafı

“İstiklâl şairimiz” Mehmet Âkif ERSOY, ne de güzel anlatmış dizelerinde Çanakkale’yi…

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı!"
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. (1)
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, (2)
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, (3)
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, (4)
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
(1) İlk baskılarda: ...kum gibi, mahşer mi, hakîkat mahşer.
(2) İlk baskılarda: ...duruyor karşında,
(3) İlk baskıda: Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
(4) İlk baskılarda: Ebr-i nîsânı açık...
[Safahât: Altıncı Kitap-Âsım]
Mehmet Akif ERSOY